Bazen sizleri çok özlüyorum..Tüm kaybettiklerimi....
Dün akşam senin taaa çeyizinden kalma, çocukluğumun geçtiği, o eski köhne beyaz badanalı ve duvarları saman sıvalı evinin bir odasına “tavanlı eve” serdiğin, caanım renklerdeki kiliminin üzerine ayağımı değdiğimde farkına vardım bunun...O senindi, sen üzerinde gezmiştin, çıplak ayakların, çoraplı ayakların değmişti, temizlemek için ellerin değmişti, çalı süpürgenle süpürmüştün kilimi..Ben o odayı çok severdim. Her daim serindi ve en çok orada uyumayı severdim.Orası ikimizin odasıydı.Yer yatağı yapardın o kilimin üzerine, birbirimize sıkıca sarılır, bana hikayaler anlatırdın, öğütler verirdin;uyurduk. Sabahın serinliği ve daha ilk ışıkları ile sen uyanırdın, iş güç seni beklerdi, ben biraz daha gerinir öyle kalkardım.Benim sevdiğim şeyleri hazırlardın kahvaltıda...Dün ayağımla kilimi sevdim, bastığın yerlere bastım,seni sevdim, sana sarıldım...içim cız etti..Sen yoktun, seni çok özledim. Sen benim annemdin, babaannemdin, kızkardeşimdin,arkadaşımdın...
Sonra “kardeşim” geldi aklıma...Geçen gün posta kutuma doğumgünü mesajın geldi:Birthday reminder “Işıl Turfaner’s birthday on...”
ama o yok ki dedim...Bu acı gerçek şok etti, beni, ağladım, ağladım..sanki bir an unutmuştum bu durumu ...sanal dünyadan silinmemiştin ve hala kayıtların bize mesaj gönderiyor.. “O yok, aptallar...o öldü....bedenen yok...parlayan gözleri, bana sıkıca sarılışı, seni seviyorum deyişi...yok işte yokkkk...”
Sen benim ilk çocukluk arkadaşımdın, seneler sonra bulduğum sıra arkadaşım, bir daha hiç ayrılmayacağımızı sandığım kızkardeşim..
Sonra “Seher ninem, kuş ninem” geldi aklıma...Romence şarkıların, teyzem için ağlayıp üzülmelerin, kuzenimi torunun değil de sanki kendin kızın gibi sevişin, çocukça bir edayla bizlerden ayrı tutuşun, yumuşak, tombul bedenin...tatlı, sevecen...
Sen benim anneannemdin, varlığına yıllardır alıştığım ve birden yok olan..
Üniversite yıllarımda bana evini açan, yedirip içiren, evine bir misafir geldi mi ne yapacağını şaşıran, iyi ,kendi içinde yaşayan ama mütevazi olmayı başaramadığından hep mutsuz olan sevgili yengem de yenik düştü bir hastalığa..çok acı çekti, hastalığını anlamadı ve ne olduğunu bilemeden, kendine ölümü kondurup yakıştıramadan gidiverdi..geride genç ama, zihinleri sakat ve ayakları üzerinde duramayan iki evlat bırakarak...Genç ölüm dendi..illet hastalık dendi...Dendi de sen gittin işte, ne olduğunu anlayamadan. En son konuşmamızda hastanede bana:”Sanki dün akşam öldüm, yeniden dirildim” demiştin..ama bir Salı günü evinde, yatağında sabah saati uyandın, usulca son nefesini vererek gidiverdin işte...
Haa, bu arada eski İstanbul beyefendisi, pamuk saçlı, keman çalan, resim yapan, naif dedem de gitti sahi...Kendi dedem gibi gördüğüm, her bayram eli öpülecek ilk isim ve evine gittiğimizde bizi sevgiyle kucaklayan , karşılayan..bize şekerler, mendiller veren...yengemin babası değildin sen, bizim dedemizdin...seni de kaybettik bedenen..
Sanırım insana en çok acı veren ilk anda bedenlerin yokoluşu...Ruhunu biraz anılarla canlı tutmaya çalışıyorsun..sonra silikleşiyor herşey..
Cenazeler, tabutlar, ölü bedenler birşey ifade etmiyor artık...
Ben daha ilk, seneler seneler önce Buğra Kurt’u kaybettiğimde anlamıştım ve inanmıyordum ölüme, artık hiç inanmıyorum.
Tekrar karşılaşacağız.
Tekrar başkaları olarak birarada olacağız.
Tekrar birbirimizi sevceğiz, kardeş, anne, baba, arkadaş, akraba olacağız..
Dünyalar bizim olacak...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder