31 Aralık 2008 Çarşamba

GÖZLERİN KAPALIYKEN DANS EDEBİLİYOR MUSUN?


Derin bir nefes alıyorsun
Gözlerin kapanıyor hafiften
Uyumakla, uyumamak arası
Uykunun tam kıyısındasın
Gittiğin bu yerde,
Güzel melodiler duyuyorsun
Gözlerin dansa başlıyor...
Çocukların kahkahalarını duyuyorsun ötelerden
Koşuşturup durduklarını farkediyorsun
gülümsüyorsun
Güzel kokular duyuyorsun
Sevdiğin kokular,
Gözlerin hala kapalı
Sanki bir başka yaşamda gibi,
Çok farklı hissediyorsun
Derine
Daha derine gidebilirsin istersen
Ve istediğinde
Dönebilirsin
Güvendesin, huzurlusun özünde
Gözlerini açtığında
Bu gördüğün herşey kaybolacak
Ve gözlerin açıkken
Bunların hiçbirini bu saflıkla yaşayamayacaksın
Diğer sınırlı yaşamları olanlarsa
Asla gözleri kapalıyken
Gözleriyle dans edemeyecekler


21.12.2008

13 Eylül 2008 Cumartesi

AFFETME VE ÖZÜR


Yemyeşil bir vadinin içinde uzanan, geniş bir yolun tam ortasındayım. Kulağıma çok hoş bir müzik geliyor bir yerlerden. İki tarafımda çok güzel ağaçlar var..Toz, toprak, bej rengi yolda ilerlemeye başlıyorum. Kendi yavaş adımlarımla gidiyorum. Karşıdan bana doğru yaklaşmakta olan bir varlık silüeti var. Ağır ağır yaklaşıyor önceleri, sonra hızlanıyor ve koşmaya başladıkça onun küçük bir çocuk olduğunu görüyorum. Hızla koşuyor, bense, o koşarken yere düşecek endişesi ile hızlanıyorum ve hızlandıkça koşmaya başlıyorum..Koşarak birbirimize yaklaşıyoruz, kucaklaşıyoruz. Sımsıkı sarıldığım anda, sanki bir derin simsiyah kuyuya düşüyorum. Hortum gibi, girdap gibi karanlık beni içine çekiyor..Çektikçe başım dönüyor. Dönüyorum dönüyorum. Heryer kapkaranlık ve gözümü açamıyorum, sımsıkı kapalı. Kucağımda sıkıca sarıldığım o çocukla, döne döne sanki daha da derine batıyoruz.
Tam o sırada bir ses, “o sensin” diyor..Sarıldığın, kendinsin, senin içindeki çocuk, senin çocukluğun. Ona göstermediğin sevgiden ve şefkatten mahrum, unuttuğun, yıllar sonra tekrar karşına çıkan çocuk sen!
O’na bir özür borçlusun, yaşattığın üzüntülerden, yeterince sevmediğinden ve yıllardır unuttuğun içindeki sen’den, çocuk bedeninden , af dilemelisin..
Yaşlar, sımsıcak , sıkıca kapalı gözlerimden oluk oluk akıyor..
Kendimi o kadar acı içinde hissediyorum ki!
Birikmiş ne varsa atmak istiyorum. Mutluluk ve iyilik diliyorum. Ben ve içimdeki çocuk için.
Yılların özrünü diliyorum ondan ve bedenimden..
Gereksiz ne varsa eskiye ait içimde kazıyıp atıyorum.
Sıkıca sarılan kollarımda ikimiz de daha rahatız şimdi ve öyle bir hafiflik geliyor ki, birden o karanlıktan çıkıyorum ve apaydınlık, bej rengi geniş, güzel yolumda buluveriyorum kendimi..
Yoluma devam ediyorum..
Hala güzel tınılar geliyor kulağıma.
Artık özgürüm. Geçmiş acılardan, hüzünden, kendime yaşattıklarımdan özgürüm.
Ben kendimi seviyorum.
Bu içimi ısıtıyor ve çocuklar gibi gülmeye başlıyorum.
Hayatta, gülümsemek için artık nedene ihtiyacım yok !

1 Eylül 2008 Pazartesi

HAYAL’DE SEZON FİNALİ


Ağır bir Tango Gecesi ve iç kıyımının ardından,sabırla bekledik ve müthiş bir sezon finali oldu.Fırtınanın gelişini ,karşı kıyıdan adım adım izledim..ve aniden rüzgar dalgaları üzerimize savurmaya başladı, yağmur bastırdı.
Hiçbişey yokmuş gibi dansa devam ettik. Bakıldığında zaten sadece yağmur yağıyordu:

Hayal’de fırtınanın tam ortasındayım,
Yağmurun şiddetinden açamıyorum gözlerimi
Müzik hala çalıyor..
İçimden yükselen duygular var,
Çok yoğun
Sanki hayatın tam ortasındayım
Yer, gök deniz
Birbirine karışmış
Azgın dalgaların köpükleriyle, yağmur iç içe
Deniz üstüme üstüme geliyor, ürkütücü
Ama Damlalar öyle ılık ki
Tenimden her akışında
Sanki biraz daha arınıyorum
Bu ben, ölüyorum ve
Başka bir ben doğuyorum
Kendimi o an doğadaki herşeyle bütün hissediyorum
Yağmur yağmaya devam ediyor
Tüm şiddetiyle
Durmadan dans ediyoruz
Nasıl bir şey bu??
Tarifsiz ve o kadar gerçek ki
Gecenin sabahla birleştiği bir zamandayız şu an
Etrafta ıslak yüzler, vücutlar var
Ben ve sen
Onlar gibi değiliz, ayrıyız
Müzik içimizde
Damlalar heryerimizde
Yeniden yeniden ölüyoruz
Siyah-gri gök korkutmuyor
Islanmaktan, üşümekten korkmuyoruz
İlerleyen saatlerden de
Hayal’de
Fırtınanın tam ortasındayız
Yeniden doğuşu yaşıyoruz..

13 Ağustos 2008 Çarşamba

İLK


Önce hangimiz sevdik birbirimizi
hangimiz birbirine dokunmadan
sevdi tenlerimizi..
hangimiz öptü dudaklarını
içten hafif bir dokunuşla
hangimiz aynı sigaradan nefes aldı önce
saçlarımıza dokundu,
içinden seni seviyorum dedi...
hangimiz durulmaz sular gibi baktıkça
heryerde birbirinin yüzünü gördü..
hangimiz ilk sevdik birbirimizi??

11 Ağustos 2008 Pazartesi

CAN EMİCİLER...

“Bazı insanlar can emicidir; senin yaşam enerjini, sevincini, kalp atışını, mutluluğunu, heyecanlarını emerek yaşar...
Kendi hayatının yalın ve basit halinin dışına senin olaylarınla çıkar, sana yanaşır, yakınlaşır, dinler,senin yaşadıklarınla özdeşleşir; adeta kendi yaşıyormuşçasına hayatına can katar senden..
Ve sen söndüğünde birşey farketmez..için tükendiğinde sana hayat verecek birşeyi olmadığından, yoktur yanında artık..
Can damarların tükenmiştir ya, neşen,sevincin, heyecanın yoktur ya, onlar da gitmiştir....”

KUMRU SUYA İNDİ


10/8/2008 N.HİKMET KÜLTÜR MERKEZİ

Oturuyorduk
Beyaz ,yuvarlak, mermer masa etrafında
Rüzgar esintisi yüzümüzü okşuyordu ağaçlar altında
Tanışmıyorduk,
tanıştık
Konuşuyorduk herşeyden...
Gülen, bembeyaz saçlı sakallı yüzü vardı
Uzaklardan gelmişti
Tanışmıyorduk,
Kaynaştık..
Rüzgar duruldu
Kumru suya indi
Güzel insanlarla olmak güzeldi
aslında büyük yalnızlıklar içinde olsak da
Bir arada olmak da güzeldi..

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Nietzsche den...

Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür, bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar. Ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam :"Bu köprüyü geçip bana gelir misin?" İşte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer, bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın...

Friedrich Nietzsche

4 Temmuz 2008 Cuma

IZGARA TABAĞINI BEKLERKEN

Yunan müzikleri çalıyor.Ne diyor bilmem ama içli bir aşk şarkısı gibi geliyor kulağıma.Önümde duran masada üzerleri buğulanmış bir bardak soğuk su, bir de soda var bilindik bir marka.
Fırının içinden sıcak hava yayılıyor ve kor odunun, usul usul yanan ateşin alevlerinin büyüsüne kapılıyorum.Kızıllık girdap gibi içine çekiyor insanı baktıkça..
Özgür hissediyorum kendimi, etrafımda baktığım herşey sanki yerni ve ilham veriyor.Az sonra özenle seçtiğim ızgara tabağım da gelecek ve afiyetle yiyerek alternatif bir mutluluk yaşayacağım bir an.
Özgürlüğüm alternatifler ve seçimlerle dolu..İstersem yapıp yapmadıklarımdan yeni bir dünya ve kendime küçük mutluluklar yaratıyorum.
Geride, içimde, aklımın köşesinde bir yerlerde hep sızılar, terkedişler,yarım kalanlar, hayaller, buruk sevgiler, coşkular, heyecanlar, olmayacak aşklar ve imkansızlıklar üzerine düşünceler kalıyor...

1 Temmuz 2008 Salı

BİR GEZİ NOTLARI

Kimi ekili, kimi boş , kimi bağ bahçe olan arazilerin arasından kıvrılarak gittiğim asfalt yoldan ve tepeyi aştığımda , karşımda bu küçük, köhne kasabayı görerek , babamın mısralarındaki gibi “Benim tozlu, kel Çal’ım” diyerek kavuştuğumda içime mutluluk dolduran o yerden şimdi ayrılıyorum, senden ve senin anılarından izlerle batan güneşle beraber..Bir iki damla buruk gözyaşım var, hepsi bu...Ah o günler ne güzeldi, saftı, temizdi..iyi ki yaşamışım...
Daha sabah Pazar yerinde dolaştık eski bir dostum, annem ve kızımla..şehirliler için tam nostalji..Nerede bulacaksın onca taze meyveyi, sebzeyi, yoğurdu, sütü, peyniri...dalından kopmuş çıtır maydanozu, mis kokan bahçe nanesini...Sabah erkenden kalkıp, buralara getiriyorlar çevre köylerden ve biz de üçe beşe alıyoruz..Ne zor köylünün işi, ne zor köylülük hali..
Tazecik kese yoğurdunu aldığımız teyzeyle konuşuyoruz ayaküstü.
-Bak teyze,bu yoğurt taaa İstanbul’a gidecek, ona göre.
-“Hafif tuzladın mıydı, bişeycik olmaz, zaten kaynamış o” diyor..Kesedeki yoğurttan torbaya yoğurdu koyma işini bitirince de bir anısını anlatıyor bize:
-Kızım ben cahil insanım, bir kere çıktım gittim İstanbul’a, oğlum askerdi..Beyimle otobüse bindik, koca koca evler, apartumanlar..suyun üstüne köprü yapmışlar, ben altından geçerken başladım çırpınmaya, aman aşağı düşecekler diye, korkudan tir tir titredim, beyim bana kızdı, “sen ne diyon hanım, olmaz bişey koca köprü” diye...Hala duruyo mu o sular , o koca köprü bile ? dedi...
-Duruyor teyze dedik, durmaz olur mu hiç, bi tane daha yapıldı, hatta belki biri daha yapılacak.
-Siz korkmuyonuz mu? dedi geçerken bile ordan?
-Yok dedik, alıştık biz....
Alıştık herşeye teyze şehirde, kalabalığa, trafiğe, korkuya, sahteliğe, suniliğe, kötülüğe, pis havaya, koşturmacaya, insanlık dışı olan, doğadan uzak, herşeye çok ama çok alıştık...
Kaç yaşında olduğunu sorduk, 45 dedi...Aman Allahım, biz de otuzsekiz..Bu kadar mı fark varmış aramızda, abla deseydik, ayıp oldu..Bağ bahçede toprakla uğraşmanın verdiği yıpranma dışında cildi gergin, yüzü gözü aydınlık, tek stresi malını pazarda satıp geri o parayla evine gidebilmek, üstelik sabaha kadar da zerde çekmişler (buğday öğütmüşler) değirmende...
Bizde ise yorgun bakışlar, tüm yüz çizgilerimiz çıkmış, gergin ifadeler, soluk yüzler...
Bu hayatlar içinde dünyaya gelsek, biz de böyle olacaktık. Oysa şimdi yaşamlarımız çok aykırı, ortak tek noktamız para derdi...
Hayat , küçük , sıkışmış, herkesin birbirinin herşeyini bildiği bu yerlerde bizim için ürkütücü..Biz bu kadar samimi olamayız herkesle, aynı sofrada çat kapı birbirimizin ekmeğini yiyemeyiz. Dolmuşa bindiğimizde, “kimlerdensin, kimsin ?” diye sorulmasından hoşlanmayız..biz şehirde, kaybolmuş, kendi içimizde ve herkesten uzak, kendi sınırlarımızda yaşamaya alışkınız...Bu hayatlar zor gelir..
Yılda bir iki kez , o da kaçamak zamanlarda ancak temiz hava almak, özlediğimiz doğayla bir olmak ve hep oradaymışçasına soluklanabilmek için bu yerleri kullanırız..
Ama yaşam süprizlerle dolu, ne getireceği belli olmaz, bir gün herşeyi bırakıp, çekip gitmek istediğimde, bu yer, bu rengine bayıldığım kırmızı topraklar sığınağım da olabilir...
“Benim tozlu, kel Çal’ım”.....

25 Haziran 2008 Çarşamba

FARKLI KAYIPLAR

Bazen sizleri çok özlüyorum..Tüm kaybettiklerimi....
Dün akşam senin taaa çeyizinden kalma, çocukluğumun geçtiği, o eski köhne beyaz badanalı ve duvarları saman sıvalı evinin bir odasına “tavanlı eve” serdiğin, caanım renklerdeki kiliminin üzerine ayağımı değdiğimde farkına vardım bunun...O senindi, sen üzerinde gezmiştin, çıplak ayakların, çoraplı ayakların değmişti, temizlemek için ellerin değmişti, çalı süpürgenle süpürmüştün kilimi..Ben o odayı çok severdim. Her daim serindi ve en çok orada uyumayı severdim.Orası ikimizin odasıydı.Yer yatağı yapardın o kilimin üzerine, birbirimize sıkıca sarılır, bana hikayaler anlatırdın, öğütler verirdin;uyurduk. Sabahın serinliği ve daha ilk ışıkları ile sen uyanırdın, iş güç seni beklerdi, ben biraz daha gerinir öyle kalkardım.Benim sevdiğim şeyleri hazırlardın kahvaltıda...Dün ayağımla kilimi sevdim, bastığın yerlere bastım,seni sevdim, sana sarıldım...içim cız etti..Sen yoktun, seni çok özledim. Sen benim annemdin, babaannemdin, kızkardeşimdin,arkadaşımdın...
Sonra “kardeşim” geldi aklıma...Geçen gün posta kutuma doğumgünü mesajın geldi:Birthday reminder “Işıl Turfaner’s birthday on...”
ama o yok ki dedim...Bu acı gerçek şok etti, beni, ağladım, ağladım..sanki bir an unutmuştum bu durumu ...sanal dünyadan silinmemiştin ve hala kayıtların bize mesaj gönderiyor.. “O yok, aptallar...o öldü....bedenen yok...parlayan gözleri, bana sıkıca sarılışı, seni seviyorum deyişi...yok işte yokkkk...”
Sen benim ilk çocukluk arkadaşımdın, seneler sonra bulduğum sıra arkadaşım, bir daha hiç ayrılmayacağımızı sandığım kızkardeşim..
Sonra “Seher ninem, kuş ninem” geldi aklıma...Romence şarkıların, teyzem için ağlayıp üzülmelerin, kuzenimi torunun değil de sanki kendin kızın gibi sevişin, çocukça bir edayla bizlerden ayrı tutuşun, yumuşak, tombul bedenin...tatlı, sevecen...
Sen benim anneannemdin, varlığına yıllardır alıştığım ve birden yok olan..
Üniversite yıllarımda bana evini açan, yedirip içiren, evine bir misafir geldi mi ne yapacağını şaşıran, iyi ,kendi içinde yaşayan ama mütevazi olmayı başaramadığından hep mutsuz olan sevgili yengem de yenik düştü bir hastalığa..çok acı çekti, hastalığını anlamadı ve ne olduğunu bilemeden, kendine ölümü kondurup yakıştıramadan gidiverdi..geride genç ama, zihinleri sakat ve ayakları üzerinde duramayan iki evlat bırakarak...Genç ölüm dendi..illet hastalık dendi...Dendi de sen gittin işte, ne olduğunu anlayamadan. En son konuşmamızda hastanede bana:”Sanki dün akşam öldüm, yeniden dirildim” demiştin..ama bir Salı günü evinde, yatağında sabah saati uyandın, usulca son nefesini vererek gidiverdin işte...
Haa, bu arada eski İstanbul beyefendisi, pamuk saçlı, keman çalan, resim yapan, naif dedem de gitti sahi...Kendi dedem gibi gördüğüm, her bayram eli öpülecek ilk isim ve evine gittiğimizde bizi sevgiyle kucaklayan , karşılayan..bize şekerler, mendiller veren...yengemin babası değildin sen, bizim dedemizdin...seni de kaybettik bedenen..
Sanırım insana en çok acı veren ilk anda bedenlerin yokoluşu...Ruhunu biraz anılarla canlı tutmaya çalışıyorsun..sonra silikleşiyor herşey..
Cenazeler, tabutlar, ölü bedenler birşey ifade etmiyor artık...
Ben daha ilk, seneler seneler önce Buğra Kurt’u kaybettiğimde anlamıştım ve inanmıyordum ölüme, artık hiç inanmıyorum.
Tekrar karşılaşacağız.
Tekrar başkaları olarak birarada olacağız.
Tekrar birbirimizi sevceğiz, kardeş, anne, baba, arkadaş, akraba olacağız..
Dünyalar bizim olacak...

24 Haziran 2008 Salı

LAF ARASI DÜŞÜNCELER

-Sana baktığımda ne görüyorum biliyor musun?
Koskoca bir dünya. Renkli ve hareketli...Sevecen, istekli, aklına koyduğunu yapan..Çok da dirayetlisin, bak neler neler geldi geçti, sen hep ayaktasın..
-Bunu mu diyorsun bana? Bu kadar mı? Bende tüm gördüğün, sevdiğin şeyler, ben bu muyum?
-Evet.Bu kadar, ha evet belki daha da detay verilebilir, çok çok detay hem de..uzun uzun cümlelerle tanımlar da yapılabilir, ama neye yarar? Ne yapacaksın yani..öyle olsan, böyle olsan..Ben seni böyle seviyorum, bu halinle, hoşuma giden bunlar, gitmeyenler de var elbet, ama hiç gözüme gözükmüyorlar. İşin açığı seni sen olduğun için, böyle olduğun için ve her halinle seviyorum ben...

Dünyalar benim oldu. İlk defa bunu duydum birinden. Tuhafıma gitti. Sözcükkleri böyle tanımlamalar için kullanmak ve ardarda dökmek ne kolay..Oysa yaşanırken, birebir o anla yüzyüze kaldığında insan zorlanıyor gibi, sanki o anlara tahammül edilemiyor.O zaman hoşlanmadıkları insana batıyor ve o güzel sözcüklerle tanımlanan sen bir anda ne hale geliyorsun, kim oluyorsun? Nerden nereye iniyorsun birinin aklında ve yüreğinde..
Herşey yerlebir..
Sonra da yap yapabilirsen kırdıklarını, döktüklerini..Parçaları birleşitirp tamire kalk..
Olacak iş değil...Delilik! İnsanların hepsi deli, bütün ilişki içindeki kadınlar, adamlar..
Masalsı anlar o kadar az ki..bu güzel sözler ve masalsı yaşananlar öyle az ki aslında..
Hiçbirşey sürekli değil, zaten bunu beklemek de yanlış...

-Bak , sana bişey daha söyleyeceğim .Senin en kötü yanın ne biliyor musun? Şu polyannacı yanın, iyimser, bazen nötr ve olumsuzluk beklemeyen yanın..Ya niye bu kadar iyisin insanlara, senden kimse bişey beklemiyor ki? Verme bu kadar vermeee...
Onlara önce bak.Sonra ne hissettiğini , gördüğünü tanımla, sonra da duruma göre hareket et..çizgini kaybetmeden, sen olmaktan çıkmadan, daha az üzülürsün o zaman, daha az kırılırsın..lütfen, bak bunu senden özellikle rica ediyorum..Esinlen onlardan, ama aynısını sen yapamazsın, öyle olamazsın...
Sen kötü olamazsın, anladın mı? Kötü değilsin..Kafanı boş işlerle karıştırma boşuna..
Hadi canım, şimdi soğutma şu kahveni, yudumla...
Seni Seviyorum....

BİR SANDALYE DÜŞÜNCESİ

“Pizzacıda oturmuşum, dışarısı sıcak, ama içerisi ferah..bir iki nefes sigara içip geliyor arkadaşım.
Oturduğum sandalye de pek rahat, sanki arkası sırtımı kavrıyor, bana sarılıyor gibi.
İnsan kendini bu sandalyede rahat ve güvende hissediyor.Bir pizzacıda olmam farketmez.Hayatta hep yalnız ve tek başınalığı düşünmeden, heryerde rahat ve güvende olmak istiyorsun..”

KADINLAR VE HAYALLER

Bazı kadınların hayalleri vardır, hiç gerçekleştirmeyecekleri, kuru kuru sadece istek olarak diledikleri..yapmayı istedikleri binlerce aktivite, gitmek istedikleri yerler, çocuklarıyla ilgili hevesleri..ama iş yapmaya gelince lafta kalan, havada bir gerçekliğe dayandıracak güç ve cesaretleri olmayan ve hiç gerçekleşmeyen..
Filmlerdeki gibi NY de yaşamıyoruz, biliyorum İstanbuldayız, modayla içiçe değiliz, öyle soft işlerimiz yok, az çalışıp çok kazandığımız, bir çantaya 500-600 usd de veremeyiz ama sahip olduğumuz koşullarda bile yapabileceğimiz şeyler var, en azından çok istediklerimizi, gerçekten çok istiyorsak..
Ama bazı kadınların hayalleri, sadece o isteklerini yapma düşüncesine sahip olmanın verdiği hoşluktan öteye gidemiyor..konuşup konuşup duruyorlar, kendi aralarında..
Çok da samimiler, o anda o şeyi hayal etmek, bulundukları çıkmazdan bir kaçış yolu ve kendilerine yeni bir mutluluk alanı yaratabilme fikri çok hoşlarına gidiyor..
Evet, biz kadınlar ve bazı kadınlar hep isterler...
Hayalleri hiç bitmez..
Hayalleri gerçekleştirdikten sonra bile bir yenisi daima eklenir....
Hayat, bizler için bundan ibaret, istemek ...

23 Nisan 2008 Çarşamba

ELOY'DA

“keşke bir kelebek olsam, kavuşsam” diyor
Bizim Tarkan’ın sesi fonda...
Yumuşak, içten
Sımsıcak karşıladı bizi zaten,bunca sene sonra....
Eloy’un Mavisini yudumlarken,
biz de Eskileri yadediyoruz
Dostları,
Sevgilileri,
Güzel günleri,
İçimizde kalanları..
Hem şu anın içindeyiz,
Hem de gelgitler yaşıyoruz
Eloy da, dendiği kadar rahat
Bizim salonda , sanki arkadaşımız
Bizim için söylüyor
Ev gibi
Sevdiğim arkadaşlarım var,
Bize misafirliğe gelmişler
Oturup, gülüşüp, konuşuyoruz
Güzel bir bahar akşamı
Nefessiz kalıp,
Derin bir nefes alabilmek gibi geldi bu gece
İyi ki burdayız..
Değil mi can?

29 Mart 2008 Cumartesi

YALNIZLARIN ÖYKÜLERİ-II

Çengelköy sırtlarında, mütevazi bir mahallede, çatı katında, ufacık dairesinde, tipine de uygun minimal bir hayat yaşıyordu.
Bir süredir tek başınaydı.
Zeytin gözlü, krema rengi köpeği Efeyi de daha özgürce yaşayabilsin ve hayvancağız kendisinin yoğun çalışma temposundan gezdirip bakamadığından, ziyan olmasın diye , bahçeli evde yaşayan birirlerine verdikten sonra hele iyice yalnızdı.
Tam 2 hafta oldu.
Dile kolay, dört yıl süren birlikteliğinden, sevdiğim dediğinden de ayrılmıştı.İki ayrılık bir arada...
Aman ne hayat!
Apartmanın 3.katındaki çatı dairesine geldi. Anahtarı çevirip, yavaşça içeriye girdi. Evi, dört duvar onu bekliyordu. Tüm eşyalar yerliyerindeydi bıraktığı gibi.
Biraz müzik açtı. Sonra kapadı. Kemanını aldı eline..O içli sesle birlikte, anlara, “geçmişte kaldı” dediği yaşanmışlıklara daldı bir an..
“İçim sızlıyor” diye düşündü. Hala içim acıyor.Daha çok taze, çok yeni bu ayrılık..Yalnızlık yeni ve alışamadığı bir arkadaş şimdilik..
Ve insan unutmaya çalıştıkça birşeyi, o , en çok hatırlanan olur ya..işte öyle..
Derin bir nefes ve ohhhhh
Ya işte, durum bu şu anda, eften püften bir sebeple, ayrıyız....
Bak, o konuşulanların, sözlerin, duyguların, seni seviyorumların hiçbir önemi yok şu an...
Neyse, napalım.
Bu da geçer....
Tiz bir keman çığlığı ile bitiyor düşünceleri.
Kestirip atıyor.Kemanı bırakıyor. Nokta....

BAŞKALARININ KISACIK ÖYKÜLERİ

YALNIZLARIN ÖYKÜLERİ-I

SEYİR

Denizi seyrediyordum, öylece…Dingindim ve hiçbirşey düşünmüyordum da üstelik. Baktım, el sallıyor köpükler, dalgaların kıvrımında oynaşan binlerce göz bana bakıyor..
Ne kadar sessizdi! Yalnızdım ya ondan..Oysa pek çokları vardı, gülmekte o anda aynı yere bakarak..Hiç önemli değildi yalnızlık, bir alışkanlıktı o ve hiç gocunmadığım bir arkadaş..
Yalnızdım, ben vardım ve sadece ben bilebilirdim, düşündüklerimi, hissettiklerimi.
Belki de güzel olurdu, bir dostla seyahat ediyor olmak.
Karanlıklardan ve enginlerden korkmamak lazım.Yalnız ya da değil! Ben varım orada ve o anı yaşıyorum, önemli olan da bu zaten!
Ayakta, hafif rüzgar başımı döndürürken ve tatlı tatlı dalmışken manzarayı seyre, gözlerim bakıyordu ama görmeden ve ben orada değildim aslında, bunu fark ettim.
Ne güzeldi, bir başka yer ve zamanda olmak.Ne kadar farklı, içgüdüsel olarak düşünüyorum bunları; üzerinde durmuyorum:varlıkların, yoklukların..sevinçli ya da mutlu da değilim, Sadece gariplik, tanımsızlık..Herkesin, her zaman hissedebileceği ayırımlar!
…..Ve gökten bir yıldız kaydı!
Dilekler var ..milyonlarca, ve asla gerçek olmayacak.Anlamı da yok dilemenin ya, her seferinde dilenecek çok şey olur.
Bunu paylaştım, yıldızı birlikte seyrettim..Yıldızın kayışını bir dostla paylaşman ya da sevgiliyle , farksız! Her şey kafanda düğümleniyor, ne yapıyorsan..
Hem hiçbirşeye özlem duymuyorsun, hem de düşüncelere, acabalara tutsaksın!!
Vazgeç ve dinlen artık..Yoruldun, sevgini verecek birini aramaktan, zamanı gelince….
Neyin ve Kimin?
En soğuk, yalın anların ve yitirilmiş zamanların adını anmaktan da vazgeç!
Sen bir pembe zamansın biteviye….Mevsimler hiç değişmiyor aslında, önemli de değil..Doludizginsin, o mistik beyaz atını arıyorsun:ulaşamayacağın.
Umutsuzluk değil bu! Kendinden öteye kaçış, kendine yenilgi.Süresi: sonsuz…
Her an, heryerde olabilirsin, ama, hep kendi içinde bir şeyler olacak ve sen orada tutuklu kalacaksın…

28 Mart 2008 Cuma

ÖYLE BİR AN

Zamanını hatırlamıyorum, hangi yıldı ,nerdeydi ve ne mevsimdi ve kaçıncı kereydi onu da bilmiyorum ama çoğunlukla hep o karşılaşma anı, durugörü gibi çıkıp geliveriyor karşıma...
Şehrin karmaşası, kasveti ve kendi telaşında insanlar arasında yürüyüp giderken görüyorum birden seni..
Aslında , uzaktan sen sanıyorum hep, yaklaştıkça sen değilsin-anlıyorum...
Oysa ki karşılaşma anımız aynı zihnimde..
Bir kiosk önünde, aldığım dergiler kolumun altında, aniden arkama dönünce seninle yüzyüze geliyorum ve sen bana-ben sana uzun uzun bakıyoruz öylece...
Ne güzel duru bir yüzün var, iri gözlerin elaya bakıyor, siyah dalgalı saçların var ve ufak tefek pek farkedilmeyecek birisin normalde..
Ama , gözlerin öyle güzel bakıyor ki, içime işliyor adeta ve ben kendimi bir kahraman, yakışıklı bir prens gibi hissediyorum..Çok güzel bir his bu-uzun zamandır unuttuğum ve hatırlamak ihtiyacında olduğum bir his....
Birkaç an sonra ayırdına varıp, silkeleniyor ve gülümseyerek kendimize geliyoruz.Kimbilir sen neler düşünmektesin o hafif tebessümün altında..
Sende de bana karşı “işte o-hayatımın insanı bu, aradığım, beklediğim, özlediğim o” düşüncesi var mı acaba?
Korkuyorum işte o zaman..Ya yoksa, tüm bu hissiyat ve bu kafamın içinden hızla geçen düşünce , düşlerimin, yalnızlığımın bana bir oyunuysa, yanlış görüyorsam, yanılsamaysa..
Durdum şimdi. Öyle dik dik , manasızca bakıyorum sana tepeden..
Biliyorum ki , hemen birazdan, yan yana geçip gideceğiz ve hayatlarımız bir daha karşılaşmayacak.Tıpkı daha önce de zamanını, yerini unuttuğum, sen sandığım niceleri gibi kaybolup gidivereceksin ve filmlerdeki kavuşmalar gibi olmayacak sonumuz. Tek kelime etmeden bitecek.

Ben bir yöne giderken, hafif kır saçlarım rüzgarda savrulup, omuzlarım düşmüş ağır ağır ilerleyeceğim.
Sense , hayat dolu gülen gözlerinle , çarçabuk uzaklaşıvereceksin diğer yöne doğru, kalabalığın arasına karışıp..
Yine hüsran
İçimden mırıldanmaktayım şimdi usul usul..”ömrümce hep adım adım, heryerde seni aradım;ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım”

Ve biliyorum ki aradıkça, özleyip bekledikçe, o hiç gelmeyecek....

13 Mart 2008 Perşembe

PELİNLE BAHAR SOHBETLERİ

Altıkırkbeş, telefonun hatırlatma zili çalıyor zır zır, amaaan şimdi kim kalkacak, tatlı tatlı uyurken, yumoş yumoş kızıma sarılıp yatmak varken, kalk giyin, onu uyandır..biriki dakikalık bu zihin gelgiti yeter, haydi kalkma vakti, sonra geç kalırız-sanki nolursa geç kalınca, neye ve ne için geç kalınacak?
Ay parçam, beyaz papatyam , nasıl da tatlı uyuyor.Klasik hareket, bir kol, bir bacak benim üzerimde, aslında hep böyle kalsa, masum, tatlı, bana yakın-bencil anne düşünceleri bunlar da işte...
-Peluşkom, foni foniii, papatyam, günaydınım, nar çiçeğim..hadiiiii
Bizim kızın uykusu ağır, tam almadı mı uykuyu da zor kalkar zaten. Neyse ki kalktıktan sonra hareketlenme hızla oluyor, hatta öyle ki, sokağa çıktığımız anda, tüm kaldırım çizgilerinden, taşlardan atlaya zıplaya gidiyoruz. Bir de aynı apartman köşesinde, her sabah kenarına çıkıp üzerinden yürüdüğü ve sonra en ucunda heyecanla atladığı bir yükselti var ki, aman aman..Büyük iş başarıyor atlayınca, kendini yüksek atlama yapmış sporcu sanıyor...
Etrafta otlara, çiçeklere, ağaçlara ,öten kuşlara karşı çok uyanık, ayırdında her doğa hareketinin..Şimdilerde, bahar yaklaşıyor. Tek tük tomurcukları patlamış ve beyaz-pembe güzel güzel açmış bahar dalları insanı bir hoş yapıyor bakınca. Mavi mine çiçeklerini, ballıbabaları, üfleyince üstünden tüyler uçuşan çiçeği, ne gördüyse koparmak, bana vermek istiyor.
-Bak anne, ne güzeller, koparıp sana vereyim, nolurr
-Hayır ,Pelin, bırak toprakta kalsın, yaşamaya devam etsin, orada daha güzeller, hem sen koparınca hemen solacak, susuz kalacak..
-Olsun ,ben onu küçük bardağa su koyup, beslerim,bakarım.. “Aman tamam tamam” diyor sonra, anlıyor, çünkü daha önce koparıp eline alınca nasıl da solverdiğini hatırladı o narin çiçeklerin.
İkimizin de içi kıpır kıpır...
Bahar , yaşama sevincini canlandırıyor, yeni doğan günde insan, daha güzel şeyler anlatmak istiyor dostlarına, özlemler kabarıyor, hayaller kuruluyor, kimi çocuk hayaller, kimi büyük hayaller..
Piknikler yapacağız, çıplak ayak koşacağız, deniz kenarına gideceğiz bol bol..Çiroz’da yürüyüş yapacağız artık üşümeden, efil efil kıyafetlerle..
En çok bu kısmını seviyor Pelincim, az giyinmek, yazlık elbise giymek...
Takvimden akşamları ne kadar kaldı yaza diye bakıp bakıp duruyor...
Bu kadar zihin gevezeliği ve hayaller ve konuşmalar topu topu anneannesine gidene kadarki vakitte tabi..
Eh artık, benim servis vaktim geldi, onu teslim ediyorum ve bize ayrılan sürenin bu sabah da sonuna geliyoruz...

10 Mart 2008 Pazartesi

KÜÇÜK LİLY ÖLÜMLE TANIŞTI

Güzel manzaralı bir tepede, iki tarafı yüksek ağaçlarla çevrili yolda, elimden sıkıca tutmuş, bir aşağı bir yukarı hopluyor küçük kızım.
“Anne, ne güzel burası biraz gezelim ,gel yürüyüş yapalım mı buralarda “diyor..Etrafta çiçeklerin, güzel havanın olması aldatıcı, bilmiyor ki yavrucağım oralarda öyle koşup dolaşılmaz, oranın sakinlerine ayıp olur, günah olur..
Olsun, o çocuk, kafasında henüz “yok olma” mevhumu yok, o mekanın ne anlama geldiğini bilmiyor..İçinden geleni yapıyor, arada bir de beni ve anneannesinin yüzünü yokluyor, acaba ağlıyor muyuz, üzgün müyüz diye? Bir damla yaş görse, o da ağlayacak çünkü.. Bir terslik var, biliyor, ama ne algılıyor, küçük kafası meçhul.
Zaten cami avlusundan beri bunu yaptığı için , acım boğazımda düğümlendi kaldı.Büyük büyük anneannemiz aramızdan ayrıldı. Kuş nine, gerçekten kuş oldu gitti.
Pelin soruyor:” Anne, büyük büyük anneannem öldü mü şimdi, ölmek ne demek, hasta olmak mı, noldu ona, çok mu hasta oldu..keşke ölmeseydi, ben şimdi onu bir daha göremez miyim?
“Evet, diyorum, anneciğim, o öldü ama aynı uyumak gibi, insanlar doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler..hayatın kanunu bu, tüm canlılar böyle..yapacak birşey yok..Anneler, babalar, dedeler, annenanneler, babaanneler yaşlanır, ölür-ne yani sanki ölüm yaşlıya yakışır da gence yakışmaz mı? Ben gencecik arkadaşlarımı gömmedim mi? Genç ölümlerden ona bahsetmek yersiz zaten şimdi.
“Niye o kutuya koyuyorlar peki, niye gömüyorlar? “
Gel de anlat şimdi bunu çocuğa, kızıyorum kendime biraz ama bırakacak kimse yok, bu da hayatın en önemli ve acı gerçeğiyse, Pelin de bunu yaşamalı, en azından bu dönemde karşılaşacağı en az şiddette acıyla bari.. Onu, kayıplarla yaşayabilecek kadar güçlü olsun istiyorum içten içe..
“Evde uyuyamaz, onların yeri burası “diyorum. Çok üzülmemeliyiz hem, bunlar doğal şeyler..Ama tabi ki onu tatlı yüzüyle, yumuşak sesiyle, bize çocukluğumuzdan beri anlattığı güzel anılarıyla hatırlayacağız.
Romanyada geçirdiği noeller, bize söylediği Romence şarkılar, Tuna Nehrinde yaptığı buz pateni, dedemizin keman çalma hikayesi, yaptığı güzel çizimler...hepsi kulağımda
Şu anki hayatımız, ileride bizim de böyle anılarımız olarak iz bırakacak ve anlatacağız çocuklarımıza. 88 yıllık bir hayat olur mu bilmem ama bunu söyleyemiyorum tabi ki Pelin’e..O da vakti gelince anlayacak,
Aslında ölümün bedenen yokolmak olmadığını, hergünün ölmek gibi ve her yeni günün de yeniden doğmak ve ilk defa görüyormuş gibi etrafa bakarak yaşayabilirsek yaşamış olacağımızı şimdilik anlatamıyorum, ben de tam anlamadım ..Olsun, herşeyin vakti geliyor nasılsa..

23 Şubat 2008 Cumartesi

YAŞAMA TEŞEKKÜRLER

Benim bir babaannem vardı..Çocukluğumdan kalma en güzel anılarımı onunla yaşadığım, yüzümü güldüren, içimi ısıtan, bana anne sıcaklığı yaşatan..
Hala da var, içimde bir yerlerde.
Kendi gözümle cansız bedenini görsem de , yüzünü öpüp koklasam da , o benim için hep var....En korkunç rüyalarımda imdadıma yetişen, yalnızlığımda bana güç veren...
Herkesin bir hikayesi olduğu gibi onun da vardı..Anlatırdı hayatını uzun uzun, mutsuzdu genelde, memnun değildi çoğu yaşadıklarından, ama beni çok severdi, ben de onu..
Hala da içimde sevgisi....
Bazen, ansızın bir koku duyarım.Kırmızı renkli toprağın, yağmurdan sonraki kokusu yer etmiştir bende.
“Hadi canım sıkıldı, gezelim “dediğimde gittiğimiz ,bağlar arasındaki küçük patika yol, etraf yemyeşil, üzümler salkım salkım, başkasının bağları ama olsun, istersek koparıp yiyebiliriz birer çitlem...Göz hakkı-helal bu..
Yol ince, kıvrım kıvrım, istediğin kadar yürürsün..sonra birden gök kararır, bir bahar yağmuru boşanır, olsun, yine yürümeye devam..ıslanırsın, ıslandığını farketmezsin..bahar yağmuru bu, çabuk geçer,sonra o mis koku!
..huzurun, babaannemin, güvenin, sevginin, doğanın, hüznün , çocukluğun, saflığın bir sürü güzelliğin bende yer ettiği nice çağrışımlar yaratan işte o koku..
Şehirde bu kokuyu hiç duyamıyorum ve pek çok şey gibi özlem duyuyorum.Benim çocukluğum ve okul çağında tüm yazlarım tozlu, kel bir köyde geçti.
Şanslıyım.
Dutu, kirazı, vişneyi, muşmulayı, elmayı,armudu, ve daha neleri kendi ellerimle dalından toplayıp yedim, koyun otlattım, karakaçana bindim, korkumdan komşunun beygirine binemedim ama olsun...Her Kurban’da sevdiğim ve önceden beslediğimiz kömür gözlü, akbaşlı koyunları kesim işlemlerinde bacaklarından tutmak için kuzenlerimle yarıştım, tabi bu ilerki yıllarda kan ve et görmekten nefrete yol açtı ama, o da ayrı zevkti ilk çocuklukta..
Samanlıkta kedim Benekli’nin yavrularını ,kapan kurup, yakaladığımız fındık fareleriyle besledik.Bu hiç acayip değildi.Çünkü doğanın kanunuydu.Kedi fareyi yer zaten, hatta önce kedi fareyle oynar, öyle yer...
Dama çıkıp, yapılan salçalar oldu mu diye baktık...komşu kızlarla, topladıkları tütünleri şişe çizmek ve en çok şiş yapabilmek için yarıştık.
Damda sırtüstü yatıp, akşamüzeri, hafif alaca gökyüzünü seyrettik..
Büyükanneyi ziyarete Yukarı Mahalleye gidip, dönerken deli gibi koşarak kendi Aşağı Mahalledeki beyaz boyalı, mavi pencereli evimize dönmek ayrı heyecandı..
Tüm bunlar aklıma gelince özlem daha da büyüyor, geçmişe, güzel anılara, babaanneme, o zamanlara ; sıkıcı geliyor şehir, iş yaşamı, suni ortamlar;...Oysaki hala bu hayatın içinde geçiyor günler, zamanın içinde savrulup gidiyoruz .
Yine de burada andığım bana tüm bu güzel ve hüzünlü duyguları yaşattığı için, Ona ve ne kadar süreceğini bilmediğim yolculuğuma-yaşama- sonsuz teşekkürler….

12 Şubat 2008 Salı

URFA'LI AYŞE

Pazar sabahı , saat dokuz..”Az sonra gelmeli” diyorum içimden, bir gece önce geç de olsa arayıp, randevulaşmışız, tam da bunu der demez kapı zili çaldı.O geldi..Güleryüzlü biri..Saflığı yüzüne vuruyor, dürüstlüğü aydınlık veriyor ona..
Hemen işe koyuluyor, çalışkan kadın..”Karnın aç mı, birşey yer misin ?” diyorum ..”yok diyor, ben yemek yemem ,varsa bi çayını içerim” Olmaz mı, var da, ben de tek başıma çay demleyip, kahvaltı muhabbeti yapamamaktan muzdaribim, alt tarafı bi çay ama, özellikle Pazar sabahları özeniyorum işte...Alalacele kızımla yiyeceğimiz kadar yağda yumurtamızı yapıp, poşet çayın demlenmesini bekliyorum.Vaktim dar ya, işin kolayına kaçtım hemencecik..”Gel diyorum, Ayşe Hanım, çay hazır. Oturalım şöyle pencere kenarına, karşılıklı içelim.. Allahtan oturduğum bu evin önü açık, ikinci kat ve dışarı bakınca yeşili, öndeki ferahlığı görmek insanı rahatlatıyor, tatil havasına sokuyor..
Çekinerek geliyor,” zahmet ettin , bir bardak içerim” diyor..Bense onunla konuşmak istediğimden, özellikle cam bardağa değil, fincana koydum, sohbet edebilelim biraz nefes alsın diye..Derdini biliyorum az çok ama, gelişmeleri merak ediyorum..Ne tuhaf, o an kendimi izliyorum; sırf meraktan-acımaktan onun hikayesini dinlemeyi istiyorum.Aslında belki de gerçek bir üzüntü yok, ya da paylaşım, hem nasıl olacak ki..fiilen onun durumunu düzeltip, sonlandıramadıkça dertlerini, ne paylaşım olabilir...Sadece dinlemem bile onun için mühim, biliyorum.Halini hatrını sormam, onu insan yerine koymam, ezmeden, işini yaparken ona saygı göstermem, tek isteği bu içten içe....
“ee diyorum, nasılsın, hasta oğlun nasıl?
“Nasıl olsun, artık idrara da çıkamıyor, 14 yaşında oldu ama hiç kımıldayamıyor..her yarım saatte bir sağa sola çevirmek lazım dedi doktor, ama herkes bi yerde, ben işte, abiler okulda..Sabah çıkarken kafasını televizyona döndürüp, kumanadyı eline sıkıştırıyorum, öyle bakıyor, bizi bekliyor “diye anlattı...Zavallım iki yıldır aynı durumda, felçli ve kas erimesi var, amansız bir hastalık, hele fakir olunca dertlerin hiç çaresi olmuyor bu hayatta...
“Okula gidenler nasıl diyorum, dersleri ne durumda?”
Gözleri parladı birden, nasıl da gururla anlatmaya başladı.”Büyük kendi evde çalışıp, 28 ve 40 ar ytlye alınmış test kitaplarıyla iki yıllık Ispartada Muhasebe okulu kazanmış..”Aferin” diyorum, içimde özentiyle, gıptayla, demek- insanın içinde ne varsa o -lafı doğru, bu kadar yokluğa, tokgözlülük ve azimle herşey mümkün, ne akıllı çocuk, durumunu kabul etmiş ama kısıtlı imkanları da en iyi biçimde kullanıyor.Ispartada ayda 186 ytlye geçinebiliyor . Aslında dört kitap istemiş o ama en ucuz iki taneyi alabilmişler..”Belki “diyor saf saf “hepsini alabilsem, dört yıllık okul kazanırdı “ Oğullarından memnun, hem de çok. Allah herkese böyle evlat versin diyor, terbiyeli, vardan yoktan anlayan, ben eve ne getirirsem onla idare olan..Geçen gün ortancaya okul müdürü birinin fitresini verip, bir de elbise almak istemiş, oğlan “sağolun, ihtiyaç yok, annem alıyor” demiş..Zaten bütün üst baş ,ayakkabıyı da başka işe gittiği bir evdeki abileri veriyor.
Sonra kendi kızımın şımarıklığını, “yok” kavramının pek de farkında olmadığını, hep daha çok istediğini ve para mevhumunu onda yeterince oluşturamadığımı farkediyorum.Bu benden kaynaklanıyor..Sıkıntı olmasın, morali bozulmasın, eksik bişey kalmasın,benim hissettiğim eksikliği o hissetmesin, ben hazır bu şartları temin edebiliyorken düşünceleriyle oluyor bunlar..Ama gerçek hayat farklı, her an herşey olabilir..
“Sonra diyor, meslek lisesine giden çok akıllı, onur belgesi ve teşekkür vermişler birinci dönem okuldan, Dershane de burs vermiş..
Yeter ki onlar okusun da diyor, ben gider herkesten isterim, burs da defter, kitap da..Nolur diyor, büyük şirketler burs verse, fena mı olur, herkes okur..
Urfadan kaçıp, kardeşinin yanına gelir gelmez, kocası orada daha genç biriyle evlenmiş.6-7 Senedir çocukları görmemiş, aramamış, sormamış..Ben onları da çalıştırabilirdim ama, nasılsa çalışacaklar, önce okusunlar diyor. Çocuklukları Urfada iyi geçmiş, memur olan babaları sayesinde ev de, araba da ,yem yiyecek de herşeyleri varmış..Zaten insan başka ne siter ki! Mutluluğun tanımı onun için bu...Ta ki kocası başkasıyla ilişki kurup, Ayşeyi istemeyene dek, o dört çocukla Urfada evlendiririler beni, bu sakat çocuğumla naparım korkusuyla, İstanbul’a erkek kardeşinin yanına kaçana dek....
Hayat farklılaştı diyor, burası büyük şehir, tehlike var, oğullarım Zeytinburnu gibi yerde serserilerin eline düşse, akıllarını çelseler, aman kimbilir ne işler gelir başlarına..Arada sokağa top oynamaya çıkarlar o kadar” diyor..
İşte tek tesellisi, diğerinin de kendi çabalarıyla okuyor olması. Ama harç parasında zorlanıyor.Yakın zamana kadar Deniz Fenerinden gelen erzak da kesilmiş, niye bilmiyor.Muhtarla konuşuyor, Okul Müdürüyle, çocuk baktığı evdeki hanımın kendisi ve eşiyle, etrafı bu kadar, tüm tanıdıkları, ona yardım edebilecekler bu insanlar ve utanmadan okutmak için ne gerekiyorsa onu soruyor. Bana da soruyor laf arasında, ben de bakarım, araştırırım dedim.Gözlerinin içi güldü, çocuk gibi seviniyor..
Evlensen diyorum, aman diyor, hiç öyle şey olur mu, kendi babaları arayıp sormazken, benim dört çocuğuma ,sakat olana kim sahip çıkar, hem ne için evleneceğim ki diyor? Ben bakıyorum onlara, yemeklerini de eksik etmiyorum, üstlerini de okul ihtiyaçlarını da, zorlanıyorum ama çok şükür diyor..Zaten ben erkek gibi olmuşum, erkeğe ne hacet diyor?
A h diyorum içimden ahhh, ne kadın, ne biçim hayat mücadelesi, ben hikaye gibi dinlerken ve vah vah yaparken, bu insanın gerçeği bu, yaşıyor onu, hem de tüm sıradanlığı, tüm sadeliği, tüm zorluklarıyla..
Ben birşeyler yapmalıyım, içim acıyor, kalan insan yanım utanıyor, ama ne kadar, nereye kadar?? Tüm hayatları böyle tek tek düzeltebilsem keşke...

Ahhh Kadın Ayşe, anne Ayşe, Urfalı Ayşe, zavallı insan Ayşe...

8 Şubat 2008 Cuma

GALATADA BİR AKŞAM..

Üçümüz eskisi gibi bir aradayız
Şarkılar söylüyoruz
Galata çok sakin, sanki eve gelmiş fasıl ekibi
Hepsi bizim için söylüyor
Sen, adı olmayan genç sevgilin için istiyosun bir parça
“Aman “ diyorsun, “hayatı bir daha yaşasam, böyle olmayacak..”
Görmeyeli kemancı da yaşlanmış..
Hepsinin saçına ak düşmüş..
Yılları teker teker fotoğraflasak, farkı anlayacağız kendimizde de
Herşeyden konuşuyoruz,
Herşeye gülebiliyoruz..
Sık sık görüşemesek de
Her karşılaştığımızda eskisi gibi herşey..
İnsan bitsin istemiyor,ama
Zamanlar dar,
Hayat hep bir koşturmaca..
Her güzellik son buluyor..

08/02/2008

KADIKÖY VAPURU

Gece olmuş...
Karanlık herşeyi örter ya,
Örtmemiş
Gemi dalgaların çırpınışı ile yol alırken
Işıklı sahillere bakar dururuz
Cihangirde Mücahitin evi ışıklı,
Martısını seviyordur belki de
Bizim kamarada, arkadan sesler geliyor
Türküler söylüyor gençler
Veysel Aşıktan..
Özlemle sahillere bakıyoruz, denize bakan evlere
Kimbilir ne hayatlar, ne canlar var
Deniz duruldu..
Sakiniz şimdi..
Gece herşeyi örter ya
Henüz örtmemiş
Capcanlı herşey

27/1/2008