29 Mart 2008 Cumartesi

YALNIZLARIN ÖYKÜLERİ-II

Çengelköy sırtlarında, mütevazi bir mahallede, çatı katında, ufacık dairesinde, tipine de uygun minimal bir hayat yaşıyordu.
Bir süredir tek başınaydı.
Zeytin gözlü, krema rengi köpeği Efeyi de daha özgürce yaşayabilsin ve hayvancağız kendisinin yoğun çalışma temposundan gezdirip bakamadığından, ziyan olmasın diye , bahçeli evde yaşayan birirlerine verdikten sonra hele iyice yalnızdı.
Tam 2 hafta oldu.
Dile kolay, dört yıl süren birlikteliğinden, sevdiğim dediğinden de ayrılmıştı.İki ayrılık bir arada...
Aman ne hayat!
Apartmanın 3.katındaki çatı dairesine geldi. Anahtarı çevirip, yavaşça içeriye girdi. Evi, dört duvar onu bekliyordu. Tüm eşyalar yerliyerindeydi bıraktığı gibi.
Biraz müzik açtı. Sonra kapadı. Kemanını aldı eline..O içli sesle birlikte, anlara, “geçmişte kaldı” dediği yaşanmışlıklara daldı bir an..
“İçim sızlıyor” diye düşündü. Hala içim acıyor.Daha çok taze, çok yeni bu ayrılık..Yalnızlık yeni ve alışamadığı bir arkadaş şimdilik..
Ve insan unutmaya çalıştıkça birşeyi, o , en çok hatırlanan olur ya..işte öyle..
Derin bir nefes ve ohhhhh
Ya işte, durum bu şu anda, eften püften bir sebeple, ayrıyız....
Bak, o konuşulanların, sözlerin, duyguların, seni seviyorumların hiçbir önemi yok şu an...
Neyse, napalım.
Bu da geçer....
Tiz bir keman çığlığı ile bitiyor düşünceleri.
Kestirip atıyor.Kemanı bırakıyor. Nokta....

BAŞKALARININ KISACIK ÖYKÜLERİ

YALNIZLARIN ÖYKÜLERİ-I

SEYİR

Denizi seyrediyordum, öylece…Dingindim ve hiçbirşey düşünmüyordum da üstelik. Baktım, el sallıyor köpükler, dalgaların kıvrımında oynaşan binlerce göz bana bakıyor..
Ne kadar sessizdi! Yalnızdım ya ondan..Oysa pek çokları vardı, gülmekte o anda aynı yere bakarak..Hiç önemli değildi yalnızlık, bir alışkanlıktı o ve hiç gocunmadığım bir arkadaş..
Yalnızdım, ben vardım ve sadece ben bilebilirdim, düşündüklerimi, hissettiklerimi.
Belki de güzel olurdu, bir dostla seyahat ediyor olmak.
Karanlıklardan ve enginlerden korkmamak lazım.Yalnız ya da değil! Ben varım orada ve o anı yaşıyorum, önemli olan da bu zaten!
Ayakta, hafif rüzgar başımı döndürürken ve tatlı tatlı dalmışken manzarayı seyre, gözlerim bakıyordu ama görmeden ve ben orada değildim aslında, bunu fark ettim.
Ne güzeldi, bir başka yer ve zamanda olmak.Ne kadar farklı, içgüdüsel olarak düşünüyorum bunları; üzerinde durmuyorum:varlıkların, yoklukların..sevinçli ya da mutlu da değilim, Sadece gariplik, tanımsızlık..Herkesin, her zaman hissedebileceği ayırımlar!
…..Ve gökten bir yıldız kaydı!
Dilekler var ..milyonlarca, ve asla gerçek olmayacak.Anlamı da yok dilemenin ya, her seferinde dilenecek çok şey olur.
Bunu paylaştım, yıldızı birlikte seyrettim..Yıldızın kayışını bir dostla paylaşman ya da sevgiliyle , farksız! Her şey kafanda düğümleniyor, ne yapıyorsan..
Hem hiçbirşeye özlem duymuyorsun, hem de düşüncelere, acabalara tutsaksın!!
Vazgeç ve dinlen artık..Yoruldun, sevgini verecek birini aramaktan, zamanı gelince….
Neyin ve Kimin?
En soğuk, yalın anların ve yitirilmiş zamanların adını anmaktan da vazgeç!
Sen bir pembe zamansın biteviye….Mevsimler hiç değişmiyor aslında, önemli de değil..Doludizginsin, o mistik beyaz atını arıyorsun:ulaşamayacağın.
Umutsuzluk değil bu! Kendinden öteye kaçış, kendine yenilgi.Süresi: sonsuz…
Her an, heryerde olabilirsin, ama, hep kendi içinde bir şeyler olacak ve sen orada tutuklu kalacaksın…

28 Mart 2008 Cuma

ÖYLE BİR AN

Zamanını hatırlamıyorum, hangi yıldı ,nerdeydi ve ne mevsimdi ve kaçıncı kereydi onu da bilmiyorum ama çoğunlukla hep o karşılaşma anı, durugörü gibi çıkıp geliveriyor karşıma...
Şehrin karmaşası, kasveti ve kendi telaşında insanlar arasında yürüyüp giderken görüyorum birden seni..
Aslında , uzaktan sen sanıyorum hep, yaklaştıkça sen değilsin-anlıyorum...
Oysa ki karşılaşma anımız aynı zihnimde..
Bir kiosk önünde, aldığım dergiler kolumun altında, aniden arkama dönünce seninle yüzyüze geliyorum ve sen bana-ben sana uzun uzun bakıyoruz öylece...
Ne güzel duru bir yüzün var, iri gözlerin elaya bakıyor, siyah dalgalı saçların var ve ufak tefek pek farkedilmeyecek birisin normalde..
Ama , gözlerin öyle güzel bakıyor ki, içime işliyor adeta ve ben kendimi bir kahraman, yakışıklı bir prens gibi hissediyorum..Çok güzel bir his bu-uzun zamandır unuttuğum ve hatırlamak ihtiyacında olduğum bir his....
Birkaç an sonra ayırdına varıp, silkeleniyor ve gülümseyerek kendimize geliyoruz.Kimbilir sen neler düşünmektesin o hafif tebessümün altında..
Sende de bana karşı “işte o-hayatımın insanı bu, aradığım, beklediğim, özlediğim o” düşüncesi var mı acaba?
Korkuyorum işte o zaman..Ya yoksa, tüm bu hissiyat ve bu kafamın içinden hızla geçen düşünce , düşlerimin, yalnızlığımın bana bir oyunuysa, yanlış görüyorsam, yanılsamaysa..
Durdum şimdi. Öyle dik dik , manasızca bakıyorum sana tepeden..
Biliyorum ki , hemen birazdan, yan yana geçip gideceğiz ve hayatlarımız bir daha karşılaşmayacak.Tıpkı daha önce de zamanını, yerini unuttuğum, sen sandığım niceleri gibi kaybolup gidivereceksin ve filmlerdeki kavuşmalar gibi olmayacak sonumuz. Tek kelime etmeden bitecek.

Ben bir yöne giderken, hafif kır saçlarım rüzgarda savrulup, omuzlarım düşmüş ağır ağır ilerleyeceğim.
Sense , hayat dolu gülen gözlerinle , çarçabuk uzaklaşıvereceksin diğer yöne doğru, kalabalığın arasına karışıp..
Yine hüsran
İçimden mırıldanmaktayım şimdi usul usul..”ömrümce hep adım adım, heryerde seni aradım;ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım”

Ve biliyorum ki aradıkça, özleyip bekledikçe, o hiç gelmeyecek....

13 Mart 2008 Perşembe

PELİNLE BAHAR SOHBETLERİ

Altıkırkbeş, telefonun hatırlatma zili çalıyor zır zır, amaaan şimdi kim kalkacak, tatlı tatlı uyurken, yumoş yumoş kızıma sarılıp yatmak varken, kalk giyin, onu uyandır..biriki dakikalık bu zihin gelgiti yeter, haydi kalkma vakti, sonra geç kalırız-sanki nolursa geç kalınca, neye ve ne için geç kalınacak?
Ay parçam, beyaz papatyam , nasıl da tatlı uyuyor.Klasik hareket, bir kol, bir bacak benim üzerimde, aslında hep böyle kalsa, masum, tatlı, bana yakın-bencil anne düşünceleri bunlar da işte...
-Peluşkom, foni foniii, papatyam, günaydınım, nar çiçeğim..hadiiiii
Bizim kızın uykusu ağır, tam almadı mı uykuyu da zor kalkar zaten. Neyse ki kalktıktan sonra hareketlenme hızla oluyor, hatta öyle ki, sokağa çıktığımız anda, tüm kaldırım çizgilerinden, taşlardan atlaya zıplaya gidiyoruz. Bir de aynı apartman köşesinde, her sabah kenarına çıkıp üzerinden yürüdüğü ve sonra en ucunda heyecanla atladığı bir yükselti var ki, aman aman..Büyük iş başarıyor atlayınca, kendini yüksek atlama yapmış sporcu sanıyor...
Etrafta otlara, çiçeklere, ağaçlara ,öten kuşlara karşı çok uyanık, ayırdında her doğa hareketinin..Şimdilerde, bahar yaklaşıyor. Tek tük tomurcukları patlamış ve beyaz-pembe güzel güzel açmış bahar dalları insanı bir hoş yapıyor bakınca. Mavi mine çiçeklerini, ballıbabaları, üfleyince üstünden tüyler uçuşan çiçeği, ne gördüyse koparmak, bana vermek istiyor.
-Bak anne, ne güzeller, koparıp sana vereyim, nolurr
-Hayır ,Pelin, bırak toprakta kalsın, yaşamaya devam etsin, orada daha güzeller, hem sen koparınca hemen solacak, susuz kalacak..
-Olsun ,ben onu küçük bardağa su koyup, beslerim,bakarım.. “Aman tamam tamam” diyor sonra, anlıyor, çünkü daha önce koparıp eline alınca nasıl da solverdiğini hatırladı o narin çiçeklerin.
İkimizin de içi kıpır kıpır...
Bahar , yaşama sevincini canlandırıyor, yeni doğan günde insan, daha güzel şeyler anlatmak istiyor dostlarına, özlemler kabarıyor, hayaller kuruluyor, kimi çocuk hayaller, kimi büyük hayaller..
Piknikler yapacağız, çıplak ayak koşacağız, deniz kenarına gideceğiz bol bol..Çiroz’da yürüyüş yapacağız artık üşümeden, efil efil kıyafetlerle..
En çok bu kısmını seviyor Pelincim, az giyinmek, yazlık elbise giymek...
Takvimden akşamları ne kadar kaldı yaza diye bakıp bakıp duruyor...
Bu kadar zihin gevezeliği ve hayaller ve konuşmalar topu topu anneannesine gidene kadarki vakitte tabi..
Eh artık, benim servis vaktim geldi, onu teslim ediyorum ve bize ayrılan sürenin bu sabah da sonuna geliyoruz...

10 Mart 2008 Pazartesi

KÜÇÜK LİLY ÖLÜMLE TANIŞTI

Güzel manzaralı bir tepede, iki tarafı yüksek ağaçlarla çevrili yolda, elimden sıkıca tutmuş, bir aşağı bir yukarı hopluyor küçük kızım.
“Anne, ne güzel burası biraz gezelim ,gel yürüyüş yapalım mı buralarda “diyor..Etrafta çiçeklerin, güzel havanın olması aldatıcı, bilmiyor ki yavrucağım oralarda öyle koşup dolaşılmaz, oranın sakinlerine ayıp olur, günah olur..
Olsun, o çocuk, kafasında henüz “yok olma” mevhumu yok, o mekanın ne anlama geldiğini bilmiyor..İçinden geleni yapıyor, arada bir de beni ve anneannesinin yüzünü yokluyor, acaba ağlıyor muyuz, üzgün müyüz diye? Bir damla yaş görse, o da ağlayacak çünkü.. Bir terslik var, biliyor, ama ne algılıyor, küçük kafası meçhul.
Zaten cami avlusundan beri bunu yaptığı için , acım boğazımda düğümlendi kaldı.Büyük büyük anneannemiz aramızdan ayrıldı. Kuş nine, gerçekten kuş oldu gitti.
Pelin soruyor:” Anne, büyük büyük anneannem öldü mü şimdi, ölmek ne demek, hasta olmak mı, noldu ona, çok mu hasta oldu..keşke ölmeseydi, ben şimdi onu bir daha göremez miyim?
“Evet, diyorum, anneciğim, o öldü ama aynı uyumak gibi, insanlar doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler..hayatın kanunu bu, tüm canlılar böyle..yapacak birşey yok..Anneler, babalar, dedeler, annenanneler, babaanneler yaşlanır, ölür-ne yani sanki ölüm yaşlıya yakışır da gence yakışmaz mı? Ben gencecik arkadaşlarımı gömmedim mi? Genç ölümlerden ona bahsetmek yersiz zaten şimdi.
“Niye o kutuya koyuyorlar peki, niye gömüyorlar? “
Gel de anlat şimdi bunu çocuğa, kızıyorum kendime biraz ama bırakacak kimse yok, bu da hayatın en önemli ve acı gerçeğiyse, Pelin de bunu yaşamalı, en azından bu dönemde karşılaşacağı en az şiddette acıyla bari.. Onu, kayıplarla yaşayabilecek kadar güçlü olsun istiyorum içten içe..
“Evde uyuyamaz, onların yeri burası “diyorum. Çok üzülmemeliyiz hem, bunlar doğal şeyler..Ama tabi ki onu tatlı yüzüyle, yumuşak sesiyle, bize çocukluğumuzdan beri anlattığı güzel anılarıyla hatırlayacağız.
Romanyada geçirdiği noeller, bize söylediği Romence şarkılar, Tuna Nehrinde yaptığı buz pateni, dedemizin keman çalma hikayesi, yaptığı güzel çizimler...hepsi kulağımda
Şu anki hayatımız, ileride bizim de böyle anılarımız olarak iz bırakacak ve anlatacağız çocuklarımıza. 88 yıllık bir hayat olur mu bilmem ama bunu söyleyemiyorum tabi ki Pelin’e..O da vakti gelince anlayacak,
Aslında ölümün bedenen yokolmak olmadığını, hergünün ölmek gibi ve her yeni günün de yeniden doğmak ve ilk defa görüyormuş gibi etrafa bakarak yaşayabilirsek yaşamış olacağımızı şimdilik anlatamıyorum, ben de tam anlamadım ..Olsun, herşeyin vakti geliyor nasılsa..